Life is Strange, son dönemlerde ortaya çıkan en başarılı macera
oyunlarından biri kuşkusuz. Dontnod gibi bir yapımcının elinden kötü bir
yapım bekleyemezdik zaten. Birinci bölümü ile bizleri muhteşem bir oyun
beklediğini gösterdi Dontnod.
İncelemesini yapmaya çalıştığım
oyun Life is Strange'in ikinci bölümü. Yapmaya çalıştığım dememin sebebi
ise, önümde bir macera oyunu olması, oyunun en önemli kısmının
senaryosu olması, senaryosu haricinde bahsedilebilecek çok az şeyin
olması ve bir macera oyunu incelemesinde senaryodan mümkün olduğunca
bilgi verilmemesi gerekliliği... Bu yüzden ikinci bölüm incelememiz,
spoiler verip oyun zevkinizi baltalamamak adına, mümkün olduğu kadar
sade olacak.
Max, içimizdeki çocuğun yansıması sanki...
Bu incelemeyi okuyorsanız zaten büyük ihtimalle ilk bölümü bitirmişsinizdir. İkinci bölüm de tahmin edileceği gibi birinci bölümün devamını konu alıyor. Ama ikinci bölümün beni ilkinden biraz daha fazla etkilediğini belirtmem gerekiyor. Bunun sebebi sanırım oyunun geçtiği mekanlardaki değişim. Değişimden kastım, oyunun hikayesinin geçtiği kasaba tabii ki sabit, ama kasabanın özellikle sahil kısmı beni benden aldı. Öyle ki, keşke oyun tam manası ile açık dünya olsa da, dilediğimiz gibi gezebilsek demekten alıkoyamadım kendimi.
Bu arada yukarıda belirttiğim isteği biraz detaylandırmak istiyorum. Life is Strange'i oynarken, nedense GTA'da hissettiğim bir duyguyu hissettim, bu, kendimi oynadığım oyunun içinde hissetmem oldu. Bunun bir numaralı sebebi çevrede gerçekten yaşayan bir şehir hissiyatını verebilmesi. Tabii ki kısıtlı bir mekanda bunu yapabilmek çok daha kolay, bunu da unutmamak gerek.
Oyunun senaryo kısmı ise bize Max'in farklılığı hakkında çok daha fazla bilgi veriyor ve Max'in çevresindekilerin, gücümüze karşı bakışına şahit olmaktayız. Max'in geçmişi hakkında da çok daha fazla şey öğreniyoruz Life is Strange: Episode 2'de.
Önceki bölümde olduğu gibi etkileşim özellikleri ise aynen korunmuş. Yine çevremizde bulunan hemen her şey ile etkileşime girebiliyor, girdiğimiz etkileşimlerin sonuçlarını görebiliyor ve çok şaşırabiliyoruz. Yaparken gözümüze zerre önemli gelmeyen bir olay, oyun sonuna direkt olarak etki edebilecek kadar büyük bir sonuç doğurabiliyor.
Manzaralar poster yapıp asılacak kadar güzel...
Teknik kısımlarından bir kez daha bahsetmek gerekirse, 2. bölümün görsel anlamda biraz daha güzel gözüktüğünü söyleyebilirim. Bunun sebebi eklenen herhangi bir efekt veya makyaj değil. Sadece oyunun geçtiği mekanların daha ferah ve geniş olması. Sesler ise yine ilk bölümdeki kadar başarılı, müzik seçimleri yine muhteşem, seslendirmeler yine harikulade.
Uzun lafın kısası, Life is Strange'in ilk bölümünü oynadıysanız, zaten ikinci bölümünü alacaksınızdır. Ama yok efenim, ben kararsız kaldım diyorsanız, kesinlikle alın! Hatta hepsini şimdiden alın ki, bir sonraki bölüm çıktığında zaman kaybetmeyin. Kendinize ve Max'e iyi bakın!



0 yorum :
Yorum yazmak için kayıtlı olmanıza gerek yoktur . Anonim Kullanıcılar dahil herkes yorum yazabilir . Seçeneklerden size uygun olanı seçiniz .